9 Eylül 2012 Pazar

İnsan neden yalan söyler?

     Eminim bir çoğunuz bu makaleyi okurken kendine dokundurmadan okuyacak, kendine dokunan kısımlarında da ben aslında öyle değilim diye kendini avutacak. Yani yalan söyleyecek!
 
    Yalandan ve yalan söyleyen insanlardan hiç haz etmeyen biri olarak bu konuyu uzun zamanlar araştırdım. Gerçekten çok değişik psikolojilerle karşılaştım. Yalan söylemeyi haklı çıkarmaya çalışan nice amaçlar dinledim, gördüm. Yalan söylemenin kötü olduğunu bildiği halde herkes onu savunur. Kimi kendine, erdemli olduğunu düşündüğü kişiliğine yediremez ve "ben sadece mecbur kalınca pembe yalan söylerim" der. Bir de beyaz yalanlar vardır tabi, iyilik yapmak için kullanılanlar -_-'

    Yalanın iyisi falan yoktur, yalan kötüdür. Beyaz, pembe, patlıcan moru, rengi fark etmez. Sırf bir insanın iyiliğini düşündüğünüz için söylemiş olduğunuz beyaz bir yalanın başınıza nice dertler açtığı olmadı mı hiç? Yalan söylemeyin, illa ki olmuştur. Bir başka yaklaşım da iş hayatında olanlar, özellikle ticaretle uğraşanlar için geçerli. "Herkes yalan söyleyerek kazanıyor, dürüst adamı ezerler bu piyasada" derler. Doğru herkes yalan söyler olmuş, belki sen dürüst olarak kaybedeceğini düşünüyorsun ancak ben yalanla kazanmak yerine dürüstçe kaybetmeyi yeğlerim. Eğer dünyada kimse yalan söylemiyor olsa sen yine aynı iddiayı savunacak mıydın? Evet, dünyadaki kimse yalan söylemese bile o kişi yalan söyler ve daha çok kazanmak ister, yani arkasına saklandığı iddiası bile bir yalan!
 
     Dürüst olduğu zaman kaybedeceğine inanan insan kaybeder "çünkü inançlarımız hayatımıza şekil verir". Üstünü çizdim, bu konuda da yazarım bir şeyler. Dürüst olmak sana gözle görünür bir şey kazandırmayabilir belki, ki ben aksini düşünürüm, sana erdem kazandırır her şeyden önce ki eğer sen bunun gereksiz olduğunu düşünüyorsan baştan aşağı yalan olmuşsun sen. Erdem önemlidir.

      Yaptığınız bir hatadan ötürü köşeye sıkıştıysanız yalan söylersiniz, sevmediğiniz bir kimseyi kötülemek için yalan söylersiniz. Kendinizi haklı çıkarmak için, bir kimseyi kandırmak için, en başta kendinizi kandırmak için yalan söylersiniz. Aslında tüm yalanların ortak özelliği "KORKUDUR!". Evet evet korku. Köşeye sıkıştığınızda korkar ve yalan söylersiniz. Sevmediğiniz bir kimsenin sizden daha üstün olmasından korktuğunuz için yalan söylersiniz. Haksız olmaktan korktuğunuz için de... Cesur insanlar yalan söylemez mi peki? Söylerler, çünkü her cesaret bir noktada biter ve yerini yalanla doldurur.

    Elbette her zamanki gibi bu sadece benim görüşüm. Zaman içinde elde ettiğim cevaplar. Yazdığım onca şey aslında tek bir şeyi anlatmak içindi. Bir kimsenin yalan söylemesini istemiyorsanız, onun cesaretini kırmayın yeter.  

                            Saygılar.

1 Mayıs 2012 Salı

Beynimizin Sı(nı)rları Bölüm 1- Genel.

     Çok mu kelime oyunu yaptım acaba şu başlıkta? Yok yok böyle iyi. Bu seferki deneme tadında makalemde size çok kafa karıştırıcı şeylerden bahsedeceğim, ona göre hazırlıklı olun. Hele iş beyin konusuysa ucu bucağı yok. Yazmakla bitmez. Yinede yazalım bakalım özetleyebildiğimiz kadar. Şu an pipomu içtim, her an yazabilir durumdayım. İlham veriyor bu pipo bana ya. Piponun yeri ayrı, değişik bir havaya sokuyor insanı. Hatırlat, bir arada pipoyla ilgili yazayım dost.

    Şu beyin konusunda ne araştırmalar yaptım, ne deneyler yaptım, göreceksiniz ki öyle öğrenmeyle, araştırmayla bitirilecek konu değil. Bakınız İsviçreli bilim insanları hala araştırıyor. Bu İsviçreli bilim adamları da çok moda oldu he.

     Ey insan, şu kafatasının içinde taşıdığın organ nelere kadir bir bilsen. Ben sana biraz anlatayım, zaten sonuna kadar okursan bizzat kendi merakından ötürü sen araştırmaya devam edeceksin. Ben sana daha önce israftan hiç haz etmediğimi söylemiştim değil mi? O tabağında yemek bırakan, üstüne birde o yemeği çöpe döken insanlar yok mu, deli oluyorum. Hele bir aç kal 3 gün, o zaman hayatın boyunca bir lokma yemeği ziyan etmezsin ya, neyse işte. Beynimizi de aynen böyle israf ediyoruz sevgili insan. Neler yapabileceğini bilmeden taşıyoruz kafamızda onu. Hadi biraz anlatmaya başlayayım, çok gevezelik ettik.

   Beynimizin yüzde kaçını kullanıyoruz biliyor musunuz? %2 değil, %10 değil, tam olarak %100'ünü kullanıyoruz. Ee matematikten zayıf aldık, nerede kullanıyoruz hani o beyni? Kullanamıyorsun ya, işte sıkıntı burada başlıyor. Sana önce beynimizi tam verimle kullanırsak neler olacağını söyleyeyim ama sen hiçbirine inanma, kendin araştır, kendi gerçeklerine inan.
   
    Evet, kafamızdaki bu mucize organı kullanarak yapabileceklerimizi yüzeysel bir şekilde kategorize edeceğim.
1-Telekinezi:
Bu teknik geliştirildiğinde nesneleri temas etmeden, sadece yoğunlaşmış enerji ile hareket ettirebiliriz. 

2- Telepati:
Bu teknik geliştirildiğinde aşamalı olarak; başka insanların düşüncelerini okuyabiliriz, onlara kendi düşüncelerimizi aktarabiliriz, son aşama olarak da başka insanların düşüncelerine hükmedebiliriz.

3-Chronokinezi:
Bu tekniği insanlar zamanı hızlandırma, yavaşlatma gibi hurafelere sokmalarına rağmen öyle değildir. Beynimizin çalışma hızını kontrol ederek zamanın akışını kendimize göre bükebiliriz. Yani beynimizi olması gerekenden daha hızlı çalıştırarak algı hızımızı arttırabiliriz ve böylece bütün dünya bize yavaş gibi görünür. Reflektif haraketlerin en üst noktasıdır. Üzerimize doğru gelen bir futbol topunu yavaş geliyorcasına görür, o anı muhakeme eder ve o toptan kaçarız. Bedenimize zaman tanımış oluruz. Burada farklı durumlar vardır. Mesela çok eğlendiğimiz bir şeyi yaparken zaman çok hızlı geçer ancak can sıkıcı bir şekilde boş oturup düşünürken zaman geçmek bilmez. İşte bu olguyu kendi isteğinize göre ayarlayabildiğinizi düşünün.

4-Beden Kontrolü:
Vücudumuzun otonom çalışan sinir ve kas sistemlerine hükmedebilir ve onları otonom olmaktan geçici olarak çıkartabiliriz. İstediğimiz zaman ateşimizi 40 dereceye çıkartabilir, sadece telkinlerle kaslarımızı güçlendirebilir, sadece düşüncelerimizle sindirim sistemimizi hızlandırabiliriz. En ileri boyutta vücudumuzu modifikasyonlara uğratabiliriz. Orada bir kaç arkadaşı duyar gibi oldum, kasları güçlendirme olayına takıldılar. Evet mümkün. Bunu anlayabilmeniz için kas nasıl gelişir bilmeniz gerekir. Siz ağırlık ile hep sağ kolunuzu çalıştırırsanız sadece sağ kolunuz değil, beraberinde sol kolunuz da gelişir. Siz ağırlığı kaldırdığınız için o kas gelişmez. Aslında arka planda beyne gönderilen mesajlar vardır. Ağırlığı uzun süre çalıştığınızda kaslar beyne mesaj gönderir ve beyin onu şöyle yorumlar: "bu kas grubu daha zor şartlarda çalışmaya başladı, ona uygun bir modifikasyon yapılmalı." Böylece geri mesaj gönderme işlemi yapılır ve iki kol da beyin tarafından güçlendirilmeye başlar. Eğer siz bu mesajı telkinlerle beyninize göndermeyi başarabilirseniz, hiç ağırlık kaldırmadan beyninizin geri mesaj göndermesini ve o kasları güçlendirmesini sağlayabilirsiniz. Hemen eleştirme, deney yap, araştır, sonra eleştir. Modifikasyon meselesine gelince, beyninize doğru komutları vererek gözlerinizi daha güçlü görmeye zorlayabilir, hatta karanlıkta daha fazla görmeyi başarabilirsiniz. Tüm bunlar beyninizin elinde olan şeylerdir ve siz beyninize hükmedebilirseniz bütün vücudunuza edersiniz.

5-Beden Terk etme:
Enerjinin en seyrek hallerinden biri de ruhtur. Daha önceki konuda farklı enerji biçimlerinden kısaca bahsetmiştim. Eğer siz beyninize iyi bir şekilde hükmederseniz vücudunuzun hayatta kalmasını sağlayan o enerjinin küçük bir kısmını vücudunuzdan geçici olarak çıkartabilirsiniz. Bu normalde de olur zaten ama kontrol dışı!     

    İşte siz bu enerjinin bir kısmını vücudunuzdan çıkartmayı başarabilirseniz çok ilginç deneyimler yaşayabilirsiniz, telekinezi de bu mantığa dayanır. Astral seyahat de benzer mantıkla çalışır ancak çok derin konu, bundan şimdi bahsetmeyeceğim. Genelde insanlar bunu yanlış bilir zaten...

6-EBIA (Evrensel bilinçaltı iletişim ağı)
Bu dünyada benim bildiğim her şeyi aslında herkes biliyor. Bütün bilgiler, bütün anılar, duygular anlık olarak paylaşılır. Ortak bir bilinçaltı söz konusudur. EBIA benim en sıra dışı çalışmalarımdan birisidir. 
 Bir odada oturan 5 insan düşünün. Bu 5 insan, sizin gözlerinizle göremeyeceğiniz enerji bağları ile birbirlerine bağlanır ve iletişim haline geçer, siz fark etmeden. Hiç biriyle muhabbet ederken aynı şeyi düşündüğünüz, aynı anda aynı şeyi söylemeye çalıştığınız olmadı mı? Sağlam bir araştırmayı size örnek göstereyim bir de. Olay şöyle:

//İki farklı ada vardır ve iki farklı adada yaşayan aynı tür maymunlar vardır. Ancak arada deniz olduğu için bu hayvan grupları asla iletişim halinde olamaz, birbirlerini görmezler bile. Bilim insanlar, bunlar İsviçreli değiller, hayret, adalardan birinden bir maymun seçerler ve ona pense benzeri bir alet ile ceviz kırmayı öğretirler. Zorda olsa öğretilmiştir, bu maymunlar böyle bir aleti kendi başlarına kullanmayı öğrenememişlerdir yapılan deneylerde. Zaman içinde bu maymun bu yeteneği kullanır ve diğer maymunlara da gösterir. Bir süre sonra o adada ki bütün maymunlar adaya bırakılan bu araç gereçlerle cevizleri kırmayı öğrenirler ve bunu kullanırlar. Buraya kadar her şey normal, hayvanlar da iletişim kurabilir. İşin garip tarafı aradan geçen süre içinde diğer adadaki maymunlar da ne olduğunu hiç bilmedikleri bu araçlarla ceviz kırmayı öğrenirler. Kimse öğretmemesine rağmen.//

     Buradan çıkarılan şey, bu canlıların da dünya üzerinde ki bütün canlılar gibi gözle görünmeyen bağlar ile bağlı olduğudur. Siz hiç mi bir annenin başka bir şehirde yaralanan oğlunun acısını hissedip içinin daraldığını, yüreğinin sızladığını görmediniz? Bu olay aşağı yukarı böyle. Peki beden terk etme ile bunun alakası ne? Başka bir yazıda size bioenerjiyi ve çakraları da anlatacağım ama burada bilmeniz gereken vücudumuzda dolaşan bu enerji. İşe biraz daha bilimsel bakarsak, insanlar arasında kurulan bu enerji bağları, ileri teknoloji aygıtlar ile görüntülenebilmiştir. Bana inanmayın, gidin kendiniz araştırın, internet elinizde. 
Başka bir yazıda sayfalarca yazacağım bununla ilgili.

Bu örnekler çoğaltılabilir, beynimizle yapabileceklerimizin sınırı gerçekten büyük. Yeter ki araştıralım.

    "Madem öyle, neden bu güçleri kullanamıyoruz? Ya da neden hiç kullanan insan görmüyoruz?" diyor oradan birisi. Cevap basit, bir defa bunları kullanabilen bir insan bunu gösteriş için kullanmayacak bilince ulaşmıştır halihazırda. Bu güçleri kullanamamamızın sebebi de "blokaj" adını verdiğim beyin sınırlayıcı sistemdir. Bundan birazdan bahsedeceğim. Ondan önce beynimizin çalışma sistemi ve şu çok tartışmalı beynimiz kullanma yüzdemizden bahsedeceğim.
     
   Şimdi elimizde bir sudoku bulmacası olduğunu düşünelim. Bu sudokuya bir kaç saniye bakın ve bırakın. Beynimiz şu anda onun tamamın çözdü! Garip değil mi, onu biz çözmeye çalışsak belki de 15 dk sürecekti. İşte bu yüzden beynimizin %10'u  %2'si gibi bir muhabbet var ortada. İşin içinde "bilinçüstü" faktörü var. "Yahu bilinçaltını anladık da bu bilinçüstü nedir Barbaros kardeş?" dedi oradan birisi. Açıklayayım hemen. Bilinçaltı hayatımızın her anını, her şeyi kaydeden bir sistemdir. Sınırsız bir harddisk gibidir. Hipnoz sırasında ilk okula başladığınız günkü öğretmenizin gömleğinin desenlerini anlatmaya başlarsınız. Öyledir işte bilinçaltı. Bunu biz kullanamayız normal şartlarda ve biz şu anda anormal şartları konuşuyoruz. Bilinçüstü adını verdiğim bu kavram beynimizin zeki kısmıdır. Muazzam bir güçtür ve bizim kullanamadığımız bir alandır aynı şekilde. Birde bizim kullandığımız kısmı vardır ki bu da beynimizin aptal kısmıdır. Yaşamamız için yeterli olan işlemleri gerçekleştirir. Beynimizin böyle 3 bölümden oluştuğunu düşünün. Siz ne kadar zekanızı geliştirirseniz, beyninizin aptal kısmı diğer süper iki kısmından o kadar yer çalar ve gücü artar. Aptal kısım ne kadar zekileşirse bilinçaltına o kadar çok erişir ve dilediğiniz zaman bilinçaltından veri çekebilecek duruma gelebilirsiniz. Daha da zor olanı ise bilinçüstüne ulaşmak ve burayı kullanmak. Beynimizn aptal kısmı bilinçtir ve bu iki kısmın arasındadır. Alttan ve üstten sınırları büyütmek bizim amacımız. Konuyu buraya çok sarkıtmadan devam ediyorum çünkü bilinçaltı ve bilinçüstü  konusunun altını çizdim  ve sonra detaylı olarak yazacağım. 

    Şu blokaj meselesine dönelim tekrar. Blokajın amacını az çok fark etmiş olmalısınız, sizin bilincinizi bilinçaltından ve bilinçüstünden ayırır ve bu erişimi engeller. Eğer biz belli bir zeka seviyesine ve belli bir ahlaki düzeye ulaşmadan bu alanlara erişebilseydik insanlık yok olurdu. Bazı özel durumlar var, bu ahlaki seviyeye ulaşmadan bilinçüstüne ulaşan insanlarla ilgili, toplu cinayet vakaları söz konusudur burada. Korkunç. Peki bu çok önemli görevi olan blokaj nasıl çalışır? Bu beynimize kurulmuş bir güvenlik duvarı yazılımı gibidir. Bunu yöneten ayrı bir sinir ağı vardır beyinde ve siz beyninize hükmettiğinizde bu blokaj sistemine de erişebilir ve onu geçici olarak etkisiz kılabilirsiniz. Bu durumda halihazırda var olan psişik güçlerinizi kullanmaya başlayabilirsiniz. Bu blokajı kontrol etmede çok çalışmanın, zeka ve ahlak seviyesini yükseltmenin ve ibadet etmenin önemi muazzamdır. İstisnai durumlar da vardır. Bazı hastalık sayılan anomaliler ve yapısal bozulmalar bunu sağlayabilir. Burada mevzu bahis "epilepsi" dir ve altını çizdiğime göre bundan da daha sonra uzun uzun bahsedeceğimi anlamışsınızdır. 

     Kısaca bahsetmek istediğim bir konu ise peygamberlerin üstün yaratılışı. Yaratılışları itibari ile üstün insanlardır ve normal bir insanın ulaşamayacağı bir beyin gücüne sahiptirler ve bir peygamberi bir insandan ayıran temel şeydir bu. Hz. Musa'nın denizi ikiye ayırmasını bir düşünün. İnsanlar buna Allah'ın hikmeti deyip geçerler ancak burada Allah'ın hikmeti o peygamberi yaratırken verdiği üstünlüktür. Ne muazzam güçlere sahip olduklarını ve bunları sadece mecbur kaldıklarında kullandıklarını bilirsiniz. Bilmiyorsanız da okuyun, öğrenin. Dahası mucizelere vesile olan Allah dostlarını da bilirsiniz az çok. Peygamber olmasalar bile belli bir ahlak ve zeka seviyesine ulaşmaları onları sıradan insanlar olmaktan çıkartmıştır. İlerleyen "Beynimizin Sı(nı)rları" bölümlerinde de ufak tefek bahsedeceğim. 

     Bu bölümü genel bir bilgilendirme mahiyetinde yazdım yüzeysel olarak ileride bahsedeceklerimi yazdım. Uzun ve kafa karıştırıcı bir konu oldu. Umarım sizi biraz düşünmeye sevk etmiştir. Söylediklerimin hiç birine inanmayın, araştırın, deney yapın ve kendi gerçeklerinize inanın. Çok geç oldu, uykum da geldi.

                                                                                                                Hadi kalın sağlıcakla.
    

30 Nisan 2012 Pazartesi

Koyunizm Nedir? Nasıl Koyun Olunur? Koyun Eti Güzel midir?

    Bak lafa bak lafa,"O ne biçim başlık be." diyor oradan birisi. Ayıptır ayıp, şu yazıyı okumadan hemen böyle bir yorum yaptın ya, bir şey demiyorum sana. Ben size ön yargı konusunda bir şeyler anlatmamıştım değil mi? Bak altını çizdim, hatırlatın yazayım onla ilgili de üç beş bir şeyler, önemli konu. Şimdi sevgili insan, sana "sevgili humanoid homo sapien" diye hitap etsem olur mu? Tabi ki olur ama çok uzun, kim yazar onu zırt pırt. Ben burada tuttum "Koyunizm" diye bir kavram çıkarttım, bir de bu Koyunizm topluluğuna üye Koyunist humanoid kavramı çıkarmak istiyorum. Duyuyorum dediğini, ne saçmalıyor bu diyorsun, azcık seni yormak istedim o kadar, gel sakin sakin yeni paragrafta konuşalım bunları.
    Bir defa şunu herkes bilir, koyun sürüye çok bağlı bir hayvandır, sürü psikolojisinin tavan yaptığı bir vakadır bu. En öndeki koyun uçurumdan atlasa arkasındaki koyunlarda bungee jumping yapıyoruz sanıp kamikaze dalışı yaparlar. Bu en öndeki koyunu çevirme yapmayacaksın da ne yapacaksın? Karnım açıkmış biraz. Burayı iyi dinleyin çok cıvıttık, ciddi ciddi devam edelim.
     Günümüz insanlarının ne büyük oranda sürü psikolojisinde yaşadığını hiç fark ettiniz mi? Yani o sürüden arada bir çıkıp etrafınıza biraz baksanız görürsünüz diyorum. Sürünün başındaki biri ne yaparsa en arkadakine kadar herkes aynısını yapıyor. En azından hepiniz hayatınızda en az bir defa otobüs kuyruğuna girmiştir, girenler anlar işte. Moda kavramı da bu şekilde çıkıyor. Sivri zekanın teki çıkıyor ve sağ bacağı eskimekten yırtılmış olan kot pantolonunun sol bacağına da simetrik olacak şekilde bir yırtık yapıyor ve dışarı çıkıyor. Soranlara da bu senenin modası bu dostum, hangi çağda yaşıyorsun diyor. Bir bakmışsın kimsenin kıçında sağlam don kalmamış. Aslında şöyle düşününce Allah razı olsun, eskiyen pantolonlar çöpe gitmiyor diye düşünüyor insan, israfa da karşıyız. Ya ben ne insanlar gördüm sırf arkadaşları sushi seviyorlar diye o da seviyormuş gibi görünmeye çalışan. Zorla yer bir de onu ya, insan üzülüyor be ağabey, koyun hiç sushi yer mi? Bu arada ben de çok severim sushiyi. İşte bunlara sayısız örnekler verebilirim. İnsanlar hep çoğunluğun yaptığı şeyi doğru kabul eder ve onu yapma eğilimi gösterir. Ben zaman zaman öyle durumlarla karşı karşıya kalıyorum ki, durum şu; bir gün yazılı oluyoruz, lise zamanları... Kopyasız yazılı olur mu? Olmaz. Çekiyoruz bizde, bütün sınıf çekiyor tabi, bir de lise sonuz, hoca müsamaha gösteriyor. Neyse bir soruda takıldık, ben falanca diyorum, herkes filanca diyor. Şimdi ben bildiğim şeyden eminim ama, herkes filanca diyor, ben doğru mu biliyorum, yanlış mı? Hemen şunu düşündüm:"Bu sürü mantığına uyup doğru yapacağıma, kendi kararımı seçip yanlış yaparım, yeğdir.". Bu durumda şöyle düşününce mantıksız geliyor:"Hasta mısın kardeşim, cevap açık seçik, bütün sınıfın dediği işte, ne zorluyorsun?". Yanlış düşünüyorsun, bir kaç defalık sürü mantığı seni doğru yoldan götürebilir ama bir kez olsun yanlışa saptı mı sürünün başı, yandın. Hata yapmışsındır artık ve bu hatayı kendi kararınla yapmamışsındır. Ne pişmanlıklar sonra. Hep demişimdir, hatada olsa doğruda olsa kendi kararımla olsun. Sonra pişman olmayım. Hatana da doğruna da sahip çıkacaksın kardeşim, benimseyeceksin onları, kendinle barışık yaşayacaksın. Dur, çok sapmadan dönelim konuya. İşte böyle düşünmeli her insan diyorum. İlla ki benim düşündüklerim doğru demiyorum ama sürü mantığı olduğu sürece özgür düşünce kısıtlanacak, insanlar kendilerini ifade etmekten korkacaklar. Nice parlak insanlar sürü içinde eriyip gidecekler. Yapılan hatalar hep sürüye mal edilecek, hep pişman olunacak, bir kez olsun, "Ben kendi kararımla hata yaptım, var mu uleyn?" diyemeyeceksiniz. Süt içmeyi her ne kadar sevseniz de yetişkin olduğunuzda içemeyeceksiniz çünkü yetişkinler süt içmez. Niye içmesin kardeşim, seviyorsa içer. (Bu arada Türk halkı 30 yaşını geçtikçe bağırsaklarındaki süt ve ürünlerini sindiren bakterileri kaybediyormuş, araştırmak lazım tabi, doğru mu değil mi.). Gün gelecek hiç bir liseli sanat müziği, halk müziği dinleyemez olacak çünkü arkadaşları, rock, pop, rap dinliyorlardır.
     Bak bir de işin öteki boyutu var, insanlar koyunlaşmıyor aslında, koyunlaştırılıyorlar. Bu gibi durumlarda michaelsikkofield.blogspot.com  u arada ziyaret etmek gerekir. Ben o kadar yazacak vaktim yok ama şunu söylemeden geçemem, koyunlaşmış bir halka diz çöktürmek çok daha kolaydır, en öndekine diz çöktürürsün, gerisi meçhul zaten. İşte bu yüzden KOYUN ETİ GÜZELDİR! İyi takip edin, gelişmiş ülkelerde insanlar haklarını nasıl koruyorlar, en ufak bir haksızlıkta nasıl güç birliği yapıyorlar. Bizim yapmamız gereken de tam olarak budur. Koyunizm anlayışını terk edecek, araştıracak, öğrenecek, azmederek çalışacak ve gün gelecek, sesimizi dünyaya duyuracağız. Bu kadarını da yapalım artık değil mi. Neyse çok uzattım yine gece gece. Koyun olmayın gençler, insan olun ve gurur duyun!
                                                                                                                                Kalın Sağlıcakla.
                                       (Bu arada benim falanca cevabım doğru olan cevaptı.)

Zeka Nasıl Geliştirilir?

    Yeni bir deneme tadında makale ile tekrar beraberiz. Şimdi sizi bir kez daha kaynağı belli olmayan bilgiler bombardımanına tutacağım. Çok oyalamadan başlayalım.
     Bu makalede beynimizin sırlarla dolu yapısından çok bahsetmeyeceğim, bunun yerine zekamızı nasıl geliştiririz, zekamızı nasıl daha etkin kullanırız, nasıl daha verimli bir kişi haline geliriz, bunlardan bahsedeceğim.
     Öncelikle zeka nedir onu konuşalım. Benim düşüncem, zeka, kişinin olaylar karşısında aldığı kararın kalitesinin bir ölçütüdür. Ne kadar zeki iseniz karşınıza çıkan olaylar karşısındaki tutumlarınız da o denli sıra dışı ve verimli olacaktır. Eğer sizin doğuştan yüksek zekanız varsa yada zekanızı sonradan geliştirdiyseniz yada her ikisi birden varsa artık sıra dışı bir insansınız demektir. Artık hayatınız tek düze devam etmeyecek, çok fazla ilginç olayla karşı karşıya kalacaksınız. Yanlış! Aslında sürekli karşımızda olan ilginçliklerin farkına varacaksınız, olayların arkasındaki olayları göreceksiniz!
       Bakıyorum internete, bir kaç makale buldum, bol bol kitap okuyun demişler, ek olarak da bol bol kitap okuyun. Bre makaleci ağabey, kitap oku oku gözleri bozulacak gençlerin, dur hele.  Tamam kitap okumak konsantrasyonu arttırır, düşünmeye sevk eder, hayal gücünü tetikler gibi faydası saymakla bitmez. Ancak, zeka gelişimi için çok daha fazla yöntem vardır ve her insan kitap okumayı sevmez. O halde ben size zekamızı geliştirebilmemiz için kullanabileceğimiz bir kaç tavsiyede bulunayım.

Adım 1. Düşünmek!
Her ne kadar basit gibi görünen bir başlıkta olsa kısa bir açıklama ile bu konudaki yargınızı değiştirebilirim. Hangi biriniz bir elma yerken bu elmanın sırları nedir diye düşünür? Dur dur dur, bu pek açıklayıcı olmadı, biraz daha detaylı anlatayım, bir elmayı yiyoruz, oh mis. Bu yeterli değil, yediğimiz elmanın içinde hangi hormonlar, hangi enzimler, hangi vitamin ve mineraller var? Vücudumuza faydaları nelerdir? Çöp diye attığımız "elmanın sapı ve çekirdekli bölgesi" de acaba vücudumuz için faydalı mıdır? Bir araştırsam mı? Bakın düşünmek ve "ARAŞTIRMAK" için bir elmadan ne kadar çok konu çıktı, gerçek bir dahi olmak istiyorsanız bunları severek yapmalısınız! Bu kadarla da sınırlı değil. Yediğimiz elmayı şu an için sadece fiziksel olarak düşündük, bir de metafiziksel olarak düşünelim. Yediğimiz elmayı oluşturan moleküllerin aslında katılaşmış enerji kütleleri olduğunu biliyor muydunuz? Her duyduğunuza inanmayın, gidin araştırın, üşenmeyin. Bakın size düşünmek için bir malzeme daha vereyim ve bu adımı geçelim. Enerjisel yoğunluklarına göre sıraladığımız zaman ışık<ses<gaz<sıvı<katı gibi bir genelleme yapabiliriz. Hadi bunu biraz düşünün.

Adım 2. Araştırmak!
Üstteki maddede de sıkça vurguladım dikkatiniz çeksin diye. Zekanızı gerçekten güçlendirmek istiyorsanız yada halihazırda anadan doğma üstün zekalı iseniz ve deha olma yolunda ilerliyorsanız araştırma yapmaktan kesinlikle kaçmayın. Her bulduğunuz bilimsel makaleyi okuyun ama inanmayın, sorgulayın, yorumlayın ve tartışın. Çevrenizdekilere sık sık soru sorun, bilgi alın ama inanmayın ve doğrulayana kadar araştırın. Zeki olma yolundaki en önemli adımdır bu, bir şeyi merak ettiğinizde sonraya bırakmayın, hemen o an araştırın öğrenin, eğer o an araştırma imkanınız yoksa cep telefonunuza kaydedin, fırsatınız olduğunda hemen araştırın öğrenin. Unutma, bilinçaltına ne kadar malzeme eklersen, o malzemeleri kullanarak yapacağın yemeğin lezzeti de çeşidi de o denli çok olur.

Adım 3. Şüphecilik!
Pozitif bilimin gelişmesindeki başroldür bu kural. Pozitif bilimlerin Johhny Depp'i. Bizim mahallenin favori bakkalı. Şüphecilik dedik diye yazıyı yarım bırakıp hemen gözlük ve şapka takıp sevgilinizin peşine takılmayın. Oku kardeşim, bu kadarını okudun, kalanını da okursun bir zahmet. Şüphecilikten kastım, her bilgiyi araştırıp sorgulayıp doğrulamaktır. Bir defa en başta bilmen gereken şey, zeki insan koyun olmayan insandır! Bak üniversitede gözlemlediğim bir hikayeyi anlatayım size de aynısını yapmayın, tam rezillik. Bizim yemekhanenin 4 sırası, haliyle 4 turnike girişi vardır. Kartı basar girer, yemeği alır gideriz. Bir terslik var işte burada. Bu 4 turnikeden genelde 1 tanesi hep boştur. Sanarsın ki bozuk. Gidip basıyorum kartı hiç sıra beklemeden, yemeğimi yeyip doyuyorum. Ben o kartı o turnikeye bastıktan sonra arkası kuyruk oluyor, bre öğrenci, bre koyun, hiç mi aklına gelmiyor çalışıp çalışmadığını denemek? Nerede deneyci ruh? Hah, deneycilik demişken...

Adım 4. Deneycilik.
Öncelikle şuna bir açıklık getirelim. Deney yapmak beherglassa abidik kubidik kimyasallar koyup onu patlatmaya çalışmak falan değildir. Her şeyle ilgili deney yapabilirsiniz, amacınızsa doğruyu öğrenmek! Evet, benim temel prensibimdir, doğruluğu %90 bile olsa %100 inanmak için deney yapar test ederim. Çokta uzatmaya gerek yok, kısa bir örnek vereyim de geçelim, baydın beaaa. Mesela nasıl deney yaparız. Misal size aslı astarı olmayan bir bilgi vereyim de sizde deney yapıp sonuçlandırın, sonra bana uydurukçu deme. Bir insan ortalama 7-9 saat arası uyur ama iddia ediyorum ki hiç gerek yok. Bir insanın uykusunu alabilmesi için bir buçuk saatin katları yeterlidir. Yani her 1,5 saatte bir uykumuzu alırız ve bu 1,5 saatlerin arasında kalan bir süre (7 saat gibi) uyursak uykumuzu alamayız ve sabahları leyla leyla gezeriz. Eğer öncesinde aşırı bir vücut yorgunluğumuz yoksa (spor yapmak gibi) 1,5 saat uyku bile bize yeter ama ne zaman uyuyup ne zaman uyandığınıza dikkat edin. Dakikası dakikasına aynı olmak zorunda değil, kendiniz deney yapın ve öğrenin sonucu.

Adım 5. Uygulama.
Bak bunu iyi oku, burası çok can alıcı. Okumakla yetinme, bir deney yap, yazdıklarım doğruysa sık sık uygula ve alışkanlık haline getir. Sahi uygula diyorum ama ne bu uygulayacağımız şeyler?
1-Bulmaca çözmek:
Klişeleşmiş gazete bulmacaları, sudokular, rubbick küpleri(bkz. zeka küpü), puzzlelar, bilgisayar oyunları ve benzeri şeyler hem eğlencelidir, hem de zekamıza yeni bir boyut kazandırmamız için oldukça faydalıdır. Bunları her bulduğunuz yerde çözün ve alışkanlık haline getirin. Eğer matematik çözememe gibi bir sıkıntınız varsa sudoku çözmeyi kesinlikle alışkanlık haline getirin, beynin sol lobuna sağlam bir jimnastik yaptıracaktır(bak beynin sol lobu ne işe yarar araştır şimdi, onu da ben mi söyleyim?). Sudoku matematik çözmeye faydalı olur dedim ama siz bana inanmayın, deney yapın, kendi gerçeklerinize inanın, "anti koyunist" olun!

Adım 6. Çevre.
Şimdi buraya en az 3 adım daha eklerdim ama siz artık deney yapan ve zekasını geliştirme yoluna girmiş anti koyunistlersiniz. Artık bir kaç maddede siz eklersiniz herhalde. Neyse ben siz kıyak yapıp bir de çevre faktöründen bahsedeyim. Şimdi vay efendim zengin ailenin çocuğu olsaymış da, ailesi onu her türlü kursa gönderseymiş de, vay efendim zırtmışta, pırtmışta. Dur orada yolcu, benim canımı sıkma. Bahanelerin arkasına saklanan insanları hiç sevmem, zamanında bende yaptım aynısını, çok kötüdür çok, yapmayın. Şimdi  aile yapınız, çevreniz, şartlarınız, cebinizdeki paranız zerre kadar önemli değil. "ZEKA İLE PARA AYNI ANDA OLMAZ". Bak oradan birisi diyor ki:"vay arkadaşım iyi hoş dedin de, zeki adam nasıl para kazanacağını da bilir." duydum arkadaş, aynen böyle dedi. Bak geliyor cevap, zeki adam parasını mezara götürmez, dünya üzerinde ki milyonlarca aç insanın varlığından haberdardır diyorum. Artık sen anla, zekisin sen artık. Neyse çok sapmayalım bu konudan, ahlaki konuları da başka bir deneme tadında makalede anlatırım. Şu çevreye dönelim. Arkadaş, zeki insan kendi çevresini seçer! Hemde bu işi yaparken çok dikkatli olur, çevresindeki her insan üzerinde deney yapar, herkesin huyunu suyunu tespit eder, ona göre kendine bir yakın çevre oluşturur. Bak güzel konu bunun altını kırmızı çizeyim de daha sonra bir yazı yazarım bunla ilgili. Çevrenizdeki insanların tembel, çalışmaktan kaçan, gelişmeye ve eleştiriye kapalı, tabiri caiz ise angut olmamasına dikkat edin. Bak böyle insanları tut bir kenara at demiyorum. Zeki insan bu insanların elinden tutmakla yükümlüdür, öyle zeki olmak kolay değil, yapacaksın arkadaşım! Neyse, çevrenizdeki insanlar ne kadar zeki ise sizinde gelişme hızınız o oranda artar, siz görmesenizde çevrenizdeki her insanla aslında telepatik bir bağ kurarsınız ve sürekli bir veri alış verişi içinde olursunuz. Bak bu mevzuya da değineceğim boş bir vaktimde. Onun için çevrenizde zeki insanları toplayın, beraber projeler yapın, girişimcilik neymiş gösterin insanlara. İnsanlarla tartışmaktan asla kaçmayın, bir tartışma neler öğretir insana. Bak tartışmayı da sakın kavgaya çevirme, ayıptır! 
   Hah bak söylemeyi unutuyordum, sen de hiç hatırlatmıyorsun ki be kardeşim. Hani ben burada kendimizi nasıl geliştiririz, çevremizdeki zeki insanların buna nasıl faydası olur, falan fistan anlatıyorum ama asıl önemli olan bir şey var ki o da şudur: "Bilgi paylaştıkça çoğalır.". Kimseye bir şeyler öğretmekten kaçınma, o senden 1 şey öğreniyorsa, sen ona öğretirken 2 şey öğrenirsin. 

     Neyse çok uzattım, kısa keseyim diyorum ama bu kısa hali işte. Bol bol kitap okuyun gençler. İnternette sörf yapın, bilgi ağı çöplüğünün içinde elmasları aramaya çalışın. Edindiğiniz her bilgi günün birinde karşınıza çıkacaktır.

28 Nisan 2012 Cumartesi

Yazmazsam Ayıp Olur. Barbaros Kimdir?

    Her fırsatta insanları toplar, gururla ve aşkla anlatırım. Al işte bana bir fırsat daha. Hadi muhabbet edelim. "YAŞAMA HAKKIN MÜCADELEN KADARDIR!"
Hep diyorum:"tarihinizi bilin, okuyun, öğrenin, ders çıkartın.". Nice büyük adamlar gelmiş geçmiş, nice atalarımız varmış dünyayı sallayan, bunlarda ne kadarını biliyoruz? Hemen cevaplıyorum, acayip hızlı cevap veririm. Biz sadece medyada bangır bangır reklam edilenleri biliyoruz. Tarihte ne adamlar yaşamış var ya, öfff. Anlatsam roman olmaz ama sağlam bir biyografi çıkar. Bakın ben size şimdi öyle bir tanesini anlatacağım ki, biz bunu neden daha önce öğrenmedik diyeceksiniz, yine cevabı patlatıyorum; çünkü orta okulda tarih kitabında sadece kısa bir paragrafta adı geçiyordu. Gururla söylüyorum, kendisi benim büyük büyük atalarımdandır. BARBAROS ORUÇ REİS!
    "Bir dakika ya, o Barbaros Hayrettin Paşa değil miydi? Hani şu Osmanlı Kaptan-ı Derya'sı olan." dedi oradan birisi, duydum, yalan mı söylüyorum işte, dedi. Cevap geliyor, Hayrettin Oruç Reis'in en küçük kardeşidir ve ağabeyi 48 yaşında hayatını kaybettiği zaman ağabeyine saygı ve onun şerefini yaşatma amacı ile "Barbaros" lakabını üzerine alıyor. Barbaros barba rossa kelimesinden türer ve kızıl sakal anlamına gelir. Bu lakabı Oruç Reis'e Avrupalılar takmıştır. Oruç Reis kızıl sakallı bir korsandır, tayfası ona Oruç Baba derdi. Dert babasıydı kendisi. Neyse, Hayrettin Barbaros lakabını aldıktan sonra sakallarına kına yapmıştır. Öyle sevmiş, saymıştır ağabeyini. Zaten ağabeyi öldükten sonra bir süre bocalamış ama daha sonra aynı kanı taşıdığı ağabeyinin adını devam ettirerek dünyanın en büyük amirali olmuştur.
     Hayrettin amcamdan çok bahsetmek istemiyorum, hakkında sayısız kaynak var. Hakkında çok az kaynak olan kişi Oruç Reis'tir. Onu insanlar yaşamış en büyük denizci, en büyük korsan olarak nitelendirmişlerdir.
Korsanlar Kralı Oruç D. Reis. Son yazdığım korsanlar kralı şeysini anlamadıysanız çok takılmayın. Korsanlar bilir onu. Devam ediyorum, Akdeniz'in ilk Türk korsanıdır kendisi, cesareti ve gücüyle dudak uçuklatmış zamanında. Barbaros adını duyupta titremeyen Avrupalı denizci yoktu. Şimdi size elinizin zaten altında bulunan Wikipedia bilgilerini vermeyeceğim burada, girin Wikipedia'da Oruç Reis'in hayatı var. Neyse Oruç Reis korsan diyoruz ama bu adam öyle zalim, aç gözlü korsanlardan değildi. Zalimden alır, mazluma verirdi. Afrika'da köleleştirilen halkların kurtarıcısıydı. Öyle zeki, öyle iyi kalpli, öyle de cesurmuş ki, erdemlerinden ötürümüdür bilinmez insanlar Oruç Reis'e baba der, o ve kardeşleri içinde "Peygamber torunu" derlermiş.
    O çok severek izlediğimiz "Karayip Korsanları"ndaki gemi çalma taktikleri bile Oruç Reis'ten ilham alınarak yapılmıştır(bkz. çektiri ile baştarda ele geçirmek.). O çok sevdiğimiz, Piri Reis'imiz herkes tarafından bilinir. Yaptığı harita hala çözülememiştir. "Nasıl olur Allah'ım?" dedi birisi. Yaptığı harita günümüz uydularının çektiği ile %98 örtüşüyor, kalan %2 lik hata payı da denizin kıyıları aşındırmasından... Çizdiği haritada kutuplardaki buzulları ve o buzulların altındaki karayı çizmiştir. "Kutuplardaki buzulların altında kara mı varmış?" şaşırdın biliyorum, bilim adamları bunu yüz yıllar sonra keşfettiler ve onlarda şaşırdılar, yalnız değilsin. Piri Reis bunu o zamanlar çizmiş, koymuş bir kenara, kendisi ileri seviye bir psişiktir, böyle güçlü bir psişik için kolay şeyler bunlar. Dostum tamam bir sakin ol, psişik mevzusunu da başka makalede yazacağım, bir günde mi yazayım hepsini? Neyse bizim Piri Reis'te Oruç Reis tayfasından gelir, bilin bunu. Kökü oradadır, daha sonra Hayrettin Paşa'nın Kaptan-ı Derya'lığından sonra parlak bir denizcilik hayatı sürmüştür.
      Siz Oruç Reis'i yine de okuyun ama ben nasıl öldüğü konusunu da şöyle bir anlatıp kapatayım. Oruç Baba Cezayir'de bir ülke kurmuş ve bu ülke korsanların anavatanı olmuş zaman içinde. Aynı zamanda kurduğu bu ülke dünyanın en zengin, en güçlü, en ihtişamlı ülkesiymiş, yollar falan tamamen mermerdenmiş hani. İşte yıllar içinde bu ülkeye Portekiz ve İspanya(o dönem İspanya dünyanın en güçlü devleti sayılırdı.) kayıplarını telafi etmek ve şanlı günlerini kurtarmak için sayısız saldırıda bulunmuş buraya. Belirtmek istiyorum, Akdeniz'de bu güçlü devletlerin havasını söndüren Barbaros tayfası olmuştur ve güçlerini Osmanlı ile birleştirdiklerinde Osmanlı'nın imparatorluğa giden yolunu açmışlardır. Daha sonra Hayrettin Paşa'nın kurduğu donanma ile de gelsin Kanuni, gelsin muhteşem yüzyıl, oraları siz biliyorsunuz zaten. Güçlü donanma=Güçlü ülke. Hayrettin Paşa Kanuni'nin en büyük danışmanıydı antrparantez (Ben bunu antiparantez diye biliyordum, doğrusu buymuş, dünya çok garip) ediyorum bunuda. İşin aslına dönelim, Oruç Reis böyle büyük işler yaptığı dönemde yine İspanya'ya kök söktürmüş ve ellerinde ki çok önemli yerlerden biri olan Cezayir'in doğusundaki Tlemsan'ı gele geçirmiş. Tabi İspanya boş durur mu? 7 yıl boyunca kafa kafaya çekişiyorlar, ancak dünyanın en güçlü ülkesiymiş, fark etmez Barbaros'a. Ancak 7 yıl sonunda halkın içine sızmış İspanya, içerden bir ihanetdir ki başlamış, kopmuş gitmiş. Günümüzde de öyle değil mi, kaba kuvvetle yenemedikleri zaman hemen içerden kışkırtmalar başlar. Bakın medyayla bizim halkımıza neler yaptılar. Bir tane hayırlı program yok şu televizyonumuzda. Neyse gerildim şimdi, konu bunlar değil. 7 yıl sonunda yerli halkın ihaneti üzerine Oruç Reis koruyup kolladığı bu topraklardan çekilmek, İspanya zulmüne bırakmak zorunda kalmıştır. FAKAT! Çekilirken de savaşa savaşa çekilmiş, yok öyle korkaklık! Tayfası ile beraber İspanya kuşatmasını yarıyor ve dışarı çıkıyor, artık kurtulmuştur, leventleri ile beraber sağ salim dönebilir. O da ne? Bir de ne görsün geride 15-20 tane levendi kalmış, kaptanları ve arkadaşları sağ salim kaçabilsin diye yiğitçe sayıca çok üstün olan düşmana karşı duruyorlar(Leventler çok babayiğitlerdir, bir levent 10 adama denk gelir.). O dememiş miydi "Yaşama hakkın mücadelen kadardır!" diye? Oruç Baba hemen tek eliyle kılıcını çeker(sol kolunu savaşta  mertçe kaybetmiştir, size demedim mi internetten okuyun hayatını diye.) ve kalabalık düşmanın arasına dalar ve kaçmakta olan leventlerinin kaçmaya devam etmelerini emreder, o 15 kişi de olsa yoldaşlarını geride bırakmayacaktır. Prensiplerine ters düşerek yaşamaktansa yiğitçe öl ki adın yaşasın! (Gerçi kim biliyor şu günlerde seni Oruç Dede...). Daha önce de demiştim, Oruç Reis çok güçlüdür diye, 15 levendi ile birlikte orada kıyım yapmışlar ancak güçten kesildikleri zaman boyunlarına dayanan mızraklara karşı koyamamışlar ve orada şehit edilmişlerdir. Artık adını Hayrettin devam ettirecektir.
         Bakın ne güzel genel kültür edindik hep beraber. Selametle ve sağlıcakla kalın.

Hayal Gücü Nasıl Geliştirilir?

   Bir defa baştan söyleyeyim, ilk iki makaleyi okumadan bunu okumaya başladıysan hata ediyorsun. Bu makale biraz sert olacak, birçoğunuzun düşüncesiyle örtüşmeyecek, birçoğunuz "nereden biliyorsun?" diye soracak, birçoğunuz da saçma bulacak. Kalan %99'luk dilimse beni haklı bulacak. Gülme ve oku. Zaten gülmedin, komik değildi. Bak bunlar hep hayal gücünün yan etkileri, ciddi bir yazı yazmaya kalkışıyorsun, konu nereye sapıyor. Ciddileşelim.
    Hayal gücü insanın hayal etme yeteneğinin ölçütüdür. Kimi insanın hayal edemediği bir şeyi bir başkası edebilir. Hayal etmek aslında doğuştan gelen bir yetenekse de geliştirip güçlü bir hayal gücü elde etmek göründüğü gibi kolay değildir. Hayal gücü sınırsız bir olgudur ve insan beynini en çok zorlayan, en fazla nöron trafiğine sebep olan beyin fonksiyonudur. Bunun için bu konuyu ciddiye alalım. Siz hiç gözünüz kapalı halde 3 saat hiç uyumadan hayal ettiniz mi? Bir ara deneyin. Beyninizin zerre kadar yorulmadığını, aksine ısınma egzersizini yapmış, startı bekleyen bir sporcu gibi olduğunu fark edeceksiniz. Önceki makalede söyledim, ders çalışırken beynimiz yorulmaz, gözlerimiz ve diğer organlarımız yorulur. "O halde beynimizi zorlamaya başlayalım ve artık şu hayal gücümüzü geliştirmeye başlayalım." dedi oradan birisi. Dur orada bir dakika. Git şimdi Çin'in Henan eyaletine ve orada ilk gördüğün Çinli arkadaşıma Songshan dağlarını sor, sonra saatlerce tırman ve Shaolin tapınaklarını bul. İlk gördüğün rahibe beni eğit, beni kung fu ustası yap deyin. Size bunu ne için öğrenmek istediğinizi, ne yapmak istediğiniz, amacınızı soracaklardır. Doğrudur, amacımızı bilmeden bir işe girişmeyelim. Hayal gücü güçlü bir silahtır ve amacı belli olmayan ya da nahoş amaçları olan birinin elinde tehlikelidir. Bu yüzden bu konuyu ciddiye alalım. Size hayal gücü ile ilgili bildiğim her şeyi anlatmayacağım ama size ilk hızı verecek temel bilgileri vereceğim. Balık tutmayı kendiniz öğrenin.
    Ve başlayalım. Hayal gücü nasıl geliştirilir?. Size soruyorum bir insanın hayal gücünün doruklarda olduğu dönem hangisidir. Evet doğru bildin, çocukluk dönemi. (Çankırı'da çocuğa gobel derler.). Peki daha sonra ne olur bu hayal gücüne. Cevap: köreltilir. İnsanların yargıları, zihinlerindeki hayali kafesler, beyinlerindeki kelepçeler zamanla çocuklara da aktarılır ve çocuk artık çizgi film izlemeyi bırakır çünkü çizgi film çocukçadır!
    Bu makaleyi saptırıp "Toplumsal Yargıların Bireyler Üzerindeki Etkileri" üzerinde konuşmayacağım. Hatırlatın, onu da başka bir makalede yazayım. İşte zamanla körelen bu hayal gücünüzü tekrar canlandıralım ki siz olaylara empati yaparak bakabilen, olayların arkasındaki gerçekleri görmeye çalışan, zinde düşünebilen, koyun koyun yaşamayan, akıllı insanlar olabilesiniz.
    Adım 1: Yeniden Doğuş!
Hayal gücünüzü tekrar kazanmak istiyorsanız öldürmüş olduğunuz o çocuğu tekrar canlandırın. Bırakın şu cool çocuk tavırlarını, havalı havalı hareketleri. Düşüncelerini özgürce ifade eden, insanların onun hakkında ne düşüneceğini önemsemeyen, cesur, hayalperest çocuklar olun tekrar. Kendinizi toplum içinde kısıtlamayın!
   Adım 2: Bir Çocuk Ne Yapar?
Tekrar bir çocuğun güçlü hayal gücüne sahip olmak istiyorsanız onu taklit edin. Benden size tavsiyeler; Çizgi film izleyin, anime izleyin, manga ve çizgi romanlar okuyun, biraz daha ilerleyip fantastik ve bilim kurgu romanlar okuyun, hatta yazmaya çalışın, hayal kurun, kurduğunuz bu hayalleri resmetmeye çalışın, evet resim çizmeye çalışın. "Ben Cin Ali bile çizemem." diyen arkadaşım buna en çok da senin ihtiyacın var. Bir Cin Ali bile çizemiyor isen gerçekten hayal gücün körelmiş. Bunun yetenekle alakası yok, YETENEK HAYAL GÜCÜDÜR. Gerçekten yüksek bir hayal gücünüz varsa, gitar da çalabilirsiniz, resim de çizebilirsiniz, roman da yazabilirsiniz, bilgisayar programı da yazabilirsiniz, etkili bir konuşmacı da olabilirsiniz, matematik de çözebilirsiniz. Evet bunların hepsini yapabilen bir insan olursunuz, sadece bir tekini değil! Neyse tavsiyelere devam edeyim ben. Mesela bilgisayar oyunları oynayın, ama seçici olun lütfen, bilinçaltınıza zarar verecek oyunlardan uzak durun. Strateji oyunlarını tercih edin(bkz. DotA). Hayal gücünüze ciddi faydası olacaktır. Bir defa Yüzüklerin Efendisi'ni, Star Wars'u(bkz. Yoda Reis), Naruto'yu, One Piece'i, Bleach'i, Harry Potter'ı, AROG'u, GORA'yı izlemediyseniz alt+f4 yap ya da izle öyle devam et okumaya! Şaka bir yana bunlar tavsiye edebileceklerim. En azından sizi farklı dünyalara sürükleyecek ve farklı şeyler hayal etmenize yardımcı olacaklardır. Daha sonra kendi dünyalarınızı yaratabilirsiniz.
   Adım 3: Pratik Şart!
Normalde eğitim de şart ama üşenmeden arayın, bakın, bir iki kitap,bir kaç makale ve bu makale haricinde bu konuyla ilgili bir eğitim yoktur(ciddi girişimlerim var, fikir hırsızlığı yapmayın, ilgililer bana ulaşsın :D). Ben şimdi size bir kaç pratik önereyim, 1 ay uygulayın, faydalı olmadıysa sevmeyin beni, istemiyorum. Bir ciddi olun, hemen cıvıttınız,
    Pratik 1: Uyku Öncesi Bir Doz Hayal!
     "Bu nedir ki?" dediğini duydum. Şöyle yapıyoruz, her gece uyumadan önce yatağa yattıktan sonra gözünüzü kapatın ve hayal kurun. Peki bu nasıl olacak? Yine bir tavsiye vereyim, bir senaryo oluşturun kafanızdan ve onu tüm detaylarıyla beraber hayal edin. Mesela sinirlendiğinde canavara dönüşen bir adamsınız ve Dünya'yı uzaylı istilasından kurtarıyorsunuz, ya da 8 maganda tarafından saldırıya uğramış iki bayanı kurtarıyorsunuz( Bayansanız da geçerli bu, yardıma ihtiyacı olanları kurtarmak gerek.), ya da otobüste yolculuk yapıyorsunuz ve otobüs takla attı. Hala ne bekliyorsun, sen süper insansın, kurtar onları. Sonra herkes sana hayran kalsın, fotoğrafını çeksinler. Saçmala dur işte, hayal kurmanın sınırı yok. 
    Emin olun uyumadan önce biraz hayal kurmanın size ne kadar rahat bir uyku vereceğini, ertesi gün ne kadar enerjik olacağınızı şu anda tahmin edemezsiniz. Bu gece bir deneyin. 30 dk - 1 saat hayal kurun.
   Pratik 2: Tasarlamak!
Şimdi elinize bir kağıt, bir de kalem alın. Yazmayı mı seversiniz çizmeyi mi? Birini seçin. Mesela çizmeyi seçtiniz. Hadi hayal gücünün sınırlarını zorlayacak bir şeyler çiz. Gerçekten aklına ilk etapta hiçbir şey gelmeyecek ama sen düşünmeye devam et. Etrafında ki şeyleri incele. Gözünü kapat ve hayal kur. Hala bir şey bulamadıysan ben sana yardımcı olayım, bak böyle deyince şimdi ben de düşünmeye başladım, ne çizilebilir diye ve hemen çizim defterimden kopya alıyorum :D şaka tabi, düşünüyorum. Gördünüz, siz de düşündünüz ne çizilebilirdi diye...
   Pratik 3: Fonksiyon Sayısını Arttırmak.
Beyninizi daha etkin kullanmak istiyorsanız daha fazla fonksiyon yükleyin. Ben size bir örnek vereyim, gerisini siz çıkartın, nasıl olsa artık düşünmeye sevk olmuş insanlarsınız. Benim örneğim enstrüman! En az bir adet müzik aleti çalmayı kesinlikle öğrenin, faydasını göreceksiniz. Aynı anda sol elle gitarın notalarını basmak, sağ elle ritim için tellere vurmak, bir yandan gözlerle defterdeki notalara ve şarkı sözlerine bakmak, bir yandan şarkıyı söylemeye çalışmak ve dahası... Enstrüman çalmak faydalıdır, nokta. Örnekleri siz çoğaltın ve uygulayın.
   Pratik 4: Spor.
"Spor yapmak insan bedenine çok şey kazandırır ama biz burada 1 ton basan kol kaslarından değil beyinden bahsediyoruz, beyin hani kas değildi, spor beyne ne yapsın gardaş?" dedi oradan birisi. Cevaplıyorum, düzenli spor yaparsan vücudunun faaliyetleri düzene girer, sağlıklı olursun, enerji dolaşımın düzenlenir, kan damarların açılır, beynine daha çok oksijen gider, daha mis gibi düşünürsün. Gerisini düşünmek size kalır.

Adım 4: "Adım 5".
   Makaleyi bitirmek istiyorum. Unuttuğum ya da bilerek yazmadığım bir şeyler varsa onu da siz "düşünün" ve bulun. Artık düşünen, hayal gücü gelişen, içlerinde ki çocuk ölmemiş olan insanlarsınız.
 

                                                                                                 SELAMETLE.

 

Düşünce: "Aklımıza bir fikir düşünce..."

    "Siz hiç hadi bir şeyler icat edeyim, bir buluş yapayım diye kağıt başına kalemiyle oturan bir düşünür, bir mucit, bir mühendis, bir bakkal gördünüz mü? Önce ilham gelmeli, aklımıza bir fikir gelmeli ki üzerinde çalışalım, haksız mıyım?"
    Ben demedim bunları, sen dedin! Böyle bir anlayış yanlış arkadaşım. Aklına üzerinde gerçekten çalışmaya değer bir fikir gelebilmesi için beyninin güçlü çalışması gerek. Bunun içinde beynini zorlaman gerek. Peki bu beyin nasıl zorlanır?
    Hepiniz öğrenci oldunuz, yaşadığınız sürece de öğrenci kalacaksınız. Ders çalışırken uzun bir süre geçince beynimiz nasıl da yorulur değil mi? Yanlış, beynimiz yorulmaz, beynimiz kas değildir ki yorulsun. Beynini kullandıkça daha güçlü çalışır. Yorulan şey ya gözün, ya kulağın ya da başka bir yerindir. Belki hiperaktifsindir de uzun süre oturmak zor geliyordur. Neyse. Öncelikle beynimizi zorlamaktan korkmayalım. Size ilerki makalelerimde beynimizle ilgili asılsız sırlar açıklayacağım ki o zaman daha iyi anlarsınız.
    Evet demek ki ne yapmıyor muşuz? "Sağlam fikirler üretmek için yattığımız yerden ilham beklemek yerine deliler gibi oturup kitaplara bilgisayarlara gömülüp çalışıyormuşuz." Kim dedi onu? Yine sen dedin, ben demedim. Sağlam fikir üretmek istiyorsan jilet gibi bir hayal gücün olmalı. Gözünü kapattığında bir arabayı en ince detaylarına kadar üç boyutlu olarak görebilmeli, istediğin parçasını söküp takabilmeli, içine binip, gaza basıp Satürn'ün uydusu Titan'a gidip bol bol nitrojen soluyarak gülme krizine girebilmelisiniz. Bak şimdi düşündüm de Titan'da hayat olsa çok komik olurdu. Orada Azot gıyır gıyır kaynıyor(bkz. güldürme gazı.).
    Neyse beni anladınız sanırım. Hayal gücü bir insanı diğer varlıklardan(mesela çoraptan, cımbızdan, paramesyumdan) ayıran en önemli özelliktir. Hayvanlar da düşünebilir ama hiç biri hayal kuramaz(rüya görmeyi saymıyorum). Birisi oradan "hayvan düşünür mü be!" dedi, bunu da gelecek makalelerde anlatırım artık. O halde ne yapıyor muşuz? "Hayal gücümüzü geliştiriyormuşuz.". Bak bu defa bildin ama nasıl yapacağımızı söylemedin. Neyse onu da ben anlatayım hadi, hadi yine iyisi hadi.
    Şimdi size okkalı bir örnek vereyim ki bu eleman ne saçmalıyor demeyin. Einstein ağabey her gün 1 saat boyunca hayal koltuğu adı verdiği bir koltuğa yarı yatış, yarı oturuş pozisyonunda uzanır ve uyumadan hayal kurarmış. Güneş'in üzerine oturup evreni dolaşırmış. Bre ademoğlu, sıcak değil mi? Neyse konu bu değil, bu arada sıcaktır, 5500 derece gibi bir şey. Duydunuz, her duyduğunuza inanmayın tabi, açın internetten okuyun, "Einstein gerçekten güneşin üzerine oturmuş mu?" diye :D Cıvıttık. Dikkati dağılanlar için biraz cıvıdık burada. O halde şimdi size yeni bir makale açıp "Hayal Gücü Nasıl Geliştirilir" başlığı adı altında bildiğim, kaynağı belli olamayan, asılsız bilgileri aktarayım. Sağlıcakla kalın.

Amaç?

     "Bu ne saçma bir blog başlığı be? Kim bilir içinde ne saçmalıklar vardır, bir okuyalım bakalım." diye bir kişi dahi okusa blog amacına ulaşmıştır.
    Öncelikle belirteyim, bu blogda yazılacak olan hiçbir şey %100 kanıtlanmamıştır. Yazdıklarımın çoğu benim bizzat kendi deneylerimin sonucu olup herhangi bir bilimsel makalede ancak ucundan kıyısından benzerlerini görebileceğiniz yazılardır.
      Bu blogu yazmamdaki en önemli amacım ise temel prensiplerimden birini yasal olarak kırmaktır kendimce. Çok sıra dışı şeyleri araştırırım, kendimce deneyler yaparım ve topladığım verilerle teoriler ortaya atarım. Olayın kilit noktası ise hiç bir zaman doğruluğuna kesin olarak inanmadan hiç bir bilgiyi başkaları ile paylaşmam. Burada bunu yapacağım. Araştırmalarımı, deneylerimi ve kendi gerçeklerimi sizinle paylaşacağım. Hiç biri için doğru yada yanlış demiyorum, sadece bunları size sunuyorum ki başkaları da bunlar üzerinde düşünsün ve bilgi gelişsin.
  Zaten hayatta kesin gerçek diye bir şey yoktur. Sadece İsviçreli bilim adamlarının kanıtladıkları ve kanıtlamadıkları vardır değil mi? Saçma. Özgürce fikir beyan etmeyeceksek neden düşünüyoruz? Hatta soruyorum size, DÜŞÜNÜYOR MUYUZ?